4 Aralık 2012 Salı

TATLI KRİZİ


Deli gibi kar yağıyordu, cebimde az bir para vardı. Aç değildim ama içim kıyılmıştı. Böyle durumlarda canım hep tatlı ister. Çikolata yiyeceğine pekmez ye eşşoğlueşşek diyen annemi düşündüm bi an. Halbuki pekmez, çikolatadan daha pahalıydı, neden böyle söylerdi ki annem diye düşündüm montumun cebindeki madeni paraları sayarken. Üç lira yirmibeş kuruşum vardı, kara sinek gibi ellerimi ovuşturdum bir süre. Ne alabilirdim? Ne istiyordum? Yarım saat sonra kendimi ne yerken hayal ediyordum? Kararsızdım. Çektim, aldım montu kapımın arkasından, geçirdim pijamamın üstüne. Pantolon giymeye zaman yoktu. Tatlı beklemez.
Apar topar çıktım apartmandan. Kapıcı ile karşılaştık, merhaba dedim, aleykümselam dedi. Yani demek istedi ki, amına koduğum imansız pezevengi.  Aldırmadım. Lafların altında anlam arayacak zamanım yoktu. Apartmanın bahçesinden çıktığımda, caddenin solunda Bim duruyordu… Eski sevgiliydi Bim. Sadece para az olunca gidilen unutulmuş bir liman gibiydi. Mağrurdu Bim. Unutulmuşluğun kırgınlığı vardı üstünde. Uzun süre mesaj atılmayan sevgili gibiydi.  Mesaj hakkım bitti cnm ondan yazamadım kbakma demek istedim ama yemezdi Bim. Çektim kapşonu kafama, koşar adım gittim. İçeri girdiğimde o sadece Bime ait beyazlık karşıladı beni. Rafların üzerindeki kameraya takıldı gözüm, gülümsedim. Tatlı reyonunda takıldım uzunca bir süre. Uzun bir arayıştan sonra Centro gofretlerinin yanında buldum kendimi. Ama Centro, eski Centro değildi. Son aldığımda gofretlerin gramajını büyütmek için fazladan bir katman eklemişlerdi ki, aradaki o yoğun çikolatanın tadını almamı engelliyordu. Centro ile olmazdı. Başka bir şeydi benim aradığım. Çikolata olmasa da olurdu. Odamda çekmecede duran Cafe Crown ları düşündüm. Onunla giden bir şey almalıydım. Aranıyordum deli gibi. Sonunda buldum… Kurabiye almalıydım. Artık reyondaki yerini ezberlediği Kavala Bademli Kurabiyelerin yanında aldım soluğu. İşte bu diyerek gülümsedim… Canlarım benim. Nasıl da duruyorlar rafta sıra sıra. Ama gözümdeki o parıltı, fiyatlara bakınca söndü. Zam gelmişti Kavalaya. Üç lira kırkbeş kuruş yapmışlardı. Hüzünlü bir ifadeyle baktım Kavalanın üstündeki unlu kurabiye resmine. Ne de güzel olmuşsundur beyazlar içinde sen dedim, içimi çektim. Daha fazla bakmamalıydım. Sevgilisinden ayarı yemiş Yeşilçam kızı edasıyla gözlerimi kolumla kapatarak koşar adım çıktım Bim den. Hava soğuktu. Hava bıçak gibiydi. Başka tenlerde aramalıydım aşkı. Hemen Bim’in karşısındaki Ayka markete girdim. Tam kapıdan girecekken dönüp arkamı baktım Bim’e pis pis gülümsedim. Beni görmemiş gibi yapıyordu Bim. Eheheh sen başka yere bakıyormuş gibi yap. Ama şunu unutma Bim… Benim gibi seveni bulamazsın. Beni yirmi kuruş için sattın, beni hak etmiyorsun artık diyerek gülümsedim ve daldım içeri. Farkıydı burası. Pahalıydı… Kavala da yoktu burada. Arayıp tarayıp bir kuru pasta buldum, üzerinde fiyat yazmıyordu. Bir süre inceledikten sonra kasiyere gittim, o soğuk bakışlar altında konuşmaya girmek için zorlansam da “şey… bunun üzerinde fiyat yazmıyor ama…” dedim. Daha lafımı bitirmeden üç buçuk dedi ve işine döndü soğuk nevale. Ağır adımlarla arkamı dönüp, bıraktım yerine ve çıktım. Kar hızlanmıştı. Tatlı yemeliydim.  İleride bir market daha vardı. Donuyordum. İçime kaçan kar tanesiyle irkilip hıaaa ananıskiyim diye böğürdüm. Bana bakıp gülüşen teyzelerin arasından sıyrılarak daldım içeri. Burada da yoktu. Çıldırmak üzereydim. Olmuyordu… Olmayınca olmuyordu…  Attım elimi cebime, çıkardım madeni dostlarımı. Dert ortağım onlardı. Acı acı gülümsedim, nasılsınız dedim. Rahat mı cebim? Isındınız mı? Belki cebimdeyken siz de kaynaştınız birbirinizle. Belki siz de tattınız bu aşk denen illeti. Belki siz,  belki siz …o benim tadamadığım karşılıklı aşkı buldunuz. Nasılsın yirmibeş kuruş? Alıştın mı arkadaşlarına. Sen elli kuruş? Eheh sana kız mı yok be oğlum takma. Sizler kocaman bir ailesiniz. Benim cebimde yetişen mutlu bir köysünüz. Köyünüz her daim sıcak kalacaktır, söz veriyorum. Mandalina kabuğu kokulu yuvalarınızda sevin, sevilin, sevişin. Ben yapamadım, siz yapın. Hatta çocuk yapın… Bi Dakka… Çocuk yaptınız mı siz? Eğer yaptıysanız…
Hemen saydım paraları. O da ne. Geriye doğru irkildim. Evet cebimde tam üç lira elli kuruş vardı. Mutluluktan uçacak gibiydim. Koşarak çıktım marketten içime doluşan kar taneleri bile soğutamıyordu beni. İşte geldim Bim dedim. Sevgilin geldi işte… Koşarak girdim içeri görevlilerin şaşkın bakışlarına aldırmadan Kavala Bademli Kurabiyeyi kaptığım gibi kasaya gittim. Parayı verirken elim titredi. O küçük köyüm, artık yazarkasa da büyük bir metropole bağlanmıştı. Onlar da büyük şehirlerde benim gibi soğuk, hissiz aşklar yaşayacaktı belki. Mandalina kabuğu kokulu köylerini özleyeceklerdi, kim bilir?
Çıktım Bim den geldim eve. Mutluydum, kahvemi yaptım, kuruldum koltuğuma, dışarıyı seyrettim.
Deli gibi kar yağıyordu.
Cebimde para yoktu. 

21 Kasım 2012 Çarşamba

NASIL YAŞAMALI ?

Muhtemelen başı sonu belli olmayan bir yazı olacak bu. Bir manzara resmi olmayacak yani. Manzarayı betimleyecek edebi altyapıdan yoksunum, olsa olsa doğaçlama çıkarılmış bir karikatür sunabilirim sizlere.

Şu ana kadar en çok içine yatan, en güzel göründüğünü düşündüğün fotoğrafını hayal et. Fotoğrafın sonsuz çözünürlüklü olsun. Yani istediğin kadar zoom yapıp, istediğin kadar uzaklaşabilirsin. Artık canon kaç d ile çekilmiş, sen düşün. Şimdi fotoğrafının üzerine getirdiğin mouseunun topunu çevirerek fotoğraftan uzaklaş, uzaklaş, iyice uzaklaş. O çok beğendiğin sen neye benziyorsun bak bakalım. O kızlara hava yaptığın, uzaklara dalmalı, her yerinden karizma fışkıran fotoğrafın neye benziyor?
Manzaradaki siyah bir lekeden fazlası değilsin demi?

Seni bilmem ama ben dünyanın bağırsaklarından girip taşaklarından çıkan ölümcül bir virüs olmaktan hiç çekinmiyorum. Aksine bu düşünce en azından bir boka yaradığımı anlama adına bir farkındalık uyandırıyor bende. Zira bu farkındalık ve kendini bir şeylere ait hissetme güdüsü olmasa bırak yaşamayı ayakta duramazdık. İyi kötü şu sikindirik dünyada ayakta kalmaya çalışıyoruz. Bir yerinden tutunuyoruz bir şeylere. İyi de, neye tutunuyoruz ki biz? Tutunmamız için önümüze konulan seçenekler ne? Valla benim aklıma dizi, film karakterlerinden, futbolcu ya da mankenlerden veya şarkıcılardan başkası gelmiyor. Senin geliyorsa faceden bi dürt beni.

Tamam kimseye insanlardan kendini soyutla, tek göz odada yaşam mücadelesi ver demiyoruz. Lakin şunu unutma ki eğer insanları zeki, orta düzey ve aptal olarak gruplara ayıracak olursak, olgular ile düşünen insan zeki, olaylar üzerinden düşünen insan orta direk, kişiler ve bireyler üzerinden düşünen insan ise aptal insan sınıfındadır. Yani ben hastaysam, aa aynısı kaynımda var demen benim sikimde olmaz. Çünkü insanlar ve bireyler üzerinden getirdiğin bir yorum bu. Hastalığımın evresini, yediğim, içtiğim besinleri, dışsal faktörleri bilmiyorsun. Olaylardan ve olgulardan haberdar olmadan sadece kişiler üzerinden düşünerek yaptığın yorumlar bir boka yaramaz güzel kardeşim.

Geçtiğimiz günlerde şampiyonlar liginde Celtic, Barcelona'yı darma duman etti. Celtic'in teknik direktörü takımını maça hazırlarken eğer olayları kişiler üzerinden düşünerek taktik verseydi Celtic'in maça çıkmak için bir bahanesi kalır mıydı? Barcelona bu amına koyayım boru mu. Messi si var xavisi var iniestası var. Demek ki Celtic teknik direktörü, Barcelona futbolcuların da ara sıra otuzbir çektiği gerçeğini kavramış ki, takımını ona göre motive etmiş. Eğer istatistikler Alex Ferguson'un dediği gibi mini etek gibi ise kişiler üzerinden varılan yargılar, denizde teyzenin giydiği haşemadan farksızdır.

Eğer bu örnekten anladığın, takımımızı maça hazırlarken, karşı takım futbolcularının evde yalnız kaldığında uçlu kalemin ucuyla tırnağını temizleyen basit birer insan olarak görmeliyiz ise, tebrikler, olayları kişiler üzerinden değerlendiren bir salaksın. Hayır ben böyle düşünmedim, demek ki salak değilim mi diyorsun? İyi o zaman devam et yazıya. Tabi ki bunu okuyan ıq su 12 üzeri olan hiç kimse böyle birşey anlamaz bundan. Uç bir örnek verdim zira.

Bak kanka, bu benim görüşümdür, saygı duyarsın duymazsın. Ama naçizane bir tüyo vereyim sana. Asla kişilerin arkasından gitme. Herkes dinliyor diye Metallica dinleme. Herkes seviyor diye Johnny Depp'i yakışıklı bulma. Ampule benziyor herif amk dediğin zaman belki uyuz olacaklar sana ama en azından kendin gibi olmanın rahatlığını tadacaksın ki bu o salakların, yazsalar üç orta harita metod defteri dolduramayacak sikindirik hayatlarında bir kere bile tatmadıkları bir zevk.

Hayatım boyunca her türlü ortamda bulundum. Otobüs bileti bulamadığım için mahsur kaldığım terminalde gecenin bir yarısı, kimsesiz bir dilenci ile de muhabbet ettim, Starbucks'da her an yeni çıkacak kitabını imzalayacakmış edasında oturan adamlarla da konuştum. Biri bir olay anlatırken köyündeki toprak ağası üzerinden düşünür, diğeri Nietzche üzerinden örnekler verir. İkisi de aynı bokun fındıklarıdır. İnanın aralarındaki tek fark fular. Başka bi farkları yok. He bi de biri bi kahveye 7 tl verecek kadar salaktır.

Neyse. Demem o ki, kendi değer yargılarınızı önce bir sorgulayın. Aklınıza yatmıyor mu, fırlatın atın çöpe. Bu arada insanları tamamen düşünce dünyanızdan dışlayın demiyorum. Mesela ben, Charlie Chaplin'in filmlerindeki o naifliğe hayranımdır. Ama hayran olduğum şey Charlie Chaplin değil. Zira Chaplin, benim naifliği o şekilde kavramama yardımcı olmuş bir aracıdır sadece. Gerektiği zaman insanlardan esinlenmek, bazı şeyleri daha rahat kavramanızı sağlayacaktır.

Bu kadar ders yeter. Son ders beden, eşofmanlarla gidebilirsiniz eve.

Hadi sağlıcakla.

23 Ekim 2012 Salı

KASAP RASİM USTA'DAN EKŞİCİLERE


2-3 yıl önce falan silik yedim sizin o golden virginia kokulu, weet soğuk ağda bandı kokulu sözlüğünüzden. Nedeni sendin. Yine senin o sikindirik başlıkların yüzünden bastım küfrü kovuldum.
Neyse amcam konu bu değil. Neden mi sana seslenme ihtiyacı hissettim? Az önce takılırken denk geldiğim "kitap, kedi,kahve, yağmur,müzik" adlı sikindirik entel başlığın yüzünden beynimde şimşekler çaktı. Hala aynısın. Hala şizofrensin, hala götsün. Hala kendini ropdöşambrlı, pipolu, mehmet ali erbil gözlüklü, fularlı bir adam olarak görmeye çalışıyorsun ve hala hayatı yekta kopan tadında yaşıyorsun. Senin çocukluğunu da bilirim ben. Goblin gibi etrafına akıttığın sümüklerinden kayarak yürüyen, 3 numara saçlı çiroz, koca kafalı bi çocuktun. O zamanlar amca diyordun bana hatırlıyor musun götümde kuyruk gibi geziniyordun. Şimdi ne oldu da benden utanıyorsun. Ne yaptım lan sana ben. Senin üniversiteyi kazandığın gün birlikte sevinmemiş miydik lan biz? Boynuma sarılıp kazandım Rasim amca kazandım dememiş miydin? Seni bu kadar değiştiren neydi lan üniversitede? Birleştiren neydi ellerimizi? Bırak bana anlatma imkansız sevgimizi amına koduğum.
Ne oldu da Rasim amcalıktan, gerici, tutucu,lümpen bir sistem adamına terfi ettirdin lan beni? Sen arkadaşlarına entel görüneceksin diye ben taş devri adamı olmak zorunda mıyım pezevenk?
Bak amcam benim. Şurda kurban bayramına az bir zaman kaldı ve biliyorum ki iki kuruş az vermek için yine beni çağıracaksın kurban kesimine, elinde bıçakla gelip bileyliyim mi abi diyeceksin. Bakamayacaksın kurbanın kesimine, iğreneceksin. Teşekkürler Rasim amca diyeceksin. Babana selam söyle deyince aleykümselam abey diyeceksin ve biliyorum ki ben gidince o kesilirken iğrendiğin eti pişirip yanında şarap ile götürürken oturduğun yerden beni eleştireceksin. Ellerimin nasırı ile taşak geçeceksin. Et ve şarap eşliğinde dinimiz çok rererörö diye zırvalayacaksın. O ucuzluktan aldığın ropdöşambrının eteğini sallaya sallaya dolaşırken elinde starbucks bardağıyla balkonda su içeceksin. İçindeki kahve değil ekşici. Sen de biliyorsun, ben de biliyorum kimseyi kekleme. Starbucks da otururken kahven bitince bardağı gizlice iç cebine atarken yakaladım seni. Ama ses etmedim. Çocuktur, cahildir diye bozuntuya vermedim. Ama burama kadar getirdin artık. Senin iflahını sikeceğim. Senin ağzına lokma lokma, tane tane sıçacağım. Amına koduğum çakma enteli seni.

19 Ekim 2012 Cuma

FREE STYLE HAYAT ANLATMACA


Eskiden de hep şaşırırdım. Çocukken mesela. Bir gün gözüm gibi baktığım kramponlarım yırtılmıştı, annemle gitmiştik en harabe ayakkabıcıya. Şu lacivert bez ayakkabılardan almıştık. En ucuz olanından. Ee anneyle gidince herşeyin en ekonomiğini almak zorundasındır. Baba gibi bonkör olamaz çalışmayan anne.

buna benzer bişeydi. lastiği beyazdı benimkinin sanırım.



Neyse. Top oynayacak tek ayakkabım o olduğu için giyip çıkmıştım. Dışarda oynayacak kimse olmadığı için arka mahelleleri, en dip sokakları, izmarit ve balgamlı abi tükürüklerinin cirit attığı yerleri dolaşırken akranım olan bir grup çocuğa rastladım. Hepsi birbirinin aynısıydı ama kardeş değillerdi. Oyun oynarız diye yaklaştım aralarına. Hiç sıcakkanlı değillerdi. Hatta biraz göt, biraz pezevenk, bir tutam da yavşaklardı. Başladılar beni baştan aşağı süzmeye. Biri atıldı.

Hmm bez ayakkabı giymiş. Nefret ederim.

Diğerleri de onu onayladı. Hep bir ağızdan ben de, ıyy ben de ayy ben de gibisinden bişeyler söylediler. Uyuz olmuştum onlara. Ama sinirimi bastıran bir şaşkınlık halinde düşünmekten de kendimi alamamıştım. Hem dış görünüşleri hem fikirleri aynı olan bu kadar insan birbirini nasıl bulur?

Aradan yıllar geçmişti. Liseye giden bir ergendim artık. Tek derdim öss idi. Dershaneye yazılmıştım. İlk deneme sınavını olduğumuzda sonuç listesinde sonuncuydum. İlk beşe girenlerin hepsi bizim sınıftaydı ve neredeyse aynı puanı almışlardı. Sınıfın çalışkanları ile arkadaşlık etmek cazip geliyordu bana. Bir gün gittim ve aralarına girdim. Yavaştan, çaktırmadan grubu inceledim. Gömlek içine tişört (evet tişört. şört ün üstüne giyilenden) giyen kıvırcık saçlı tiplerdi. Hepsi de kurduğu cümlenin bir köşesine abie lafını yerleştiriyordu. Ama cemaat abisinden bahseder gibi değil böyle abiee diyorlardı. O sondaki i harfi biraz ibnemsi olmalıydı. Yoksa çalışkan beşlinin arasına giremezdin. Bir süre sonra ben de onlara benzedim. Saçımın kıvırcık olması avantajdı benim için. Bunu en iyi şekilde kullanıyordum. Ama bi abiee kısmını beceremiyordum. Yani yiğittim, merttim, atılgandım ama gözlerimden ateş çıkaramıyordum. Bu handikapım nedeniyle gruptan atıldım ve ölüm grubuna düştüm. Tembeller tayfası. Cankan fanı, burnu kalkık kösele ayakkabılı, açık havada 500 metre uzağa tükürebilen, cümlelerin sonu amına koyim ile biten, yoldan geçen kızlarla ilginç fantezileri olan sürrealist bir gruptu. Kanım ısınmıştı onlara. Tüm lise hayatım “şu var ya yatakta nasıdır biliyon mu” larla “nabüyün hacı” larla “sis atma ananı sikerim” lerle geçti ve sonunda öss ye girip ortalama altı bir puan alarak ortalamanın altında bir bölümü kazandım. Üniversiteliydim artık. Lise değildi burası. Kızlar teklif ediyordu, kabul etmeyince hadi be hacı be diyolardı. İstediğin gibi giyinip istediğin insanla arkadaşlık yapabiliyordun. Karıyı boşayıp sıfır mersedes bile alabilirdin burda. Harika bi yerdi burası. Hıaaa üniversite ne süper lan diyerek atıldım kampüse. Arkadaşlık yapacak birini arıyordum. Bir kişi bile olsa kafiydi benim için. Bir erkek için ibneliğe varacak şekilde süslenip girmiştim sınıfa. Radar gibi bakınıp duruyordum. Ön sırada çirkin ama çalışkan kızlar grubu, kapı kenarında doğudan gelmiş üç numara saçlı kirli sakallı yusuf hayaloğlu grubu, ortalarda sakalı salmış, dirseğine kadar bileklik sarmış nargile cafeciler grubu, arkada sadece aralarında konuşup gülüşen, biri osursa sosyal tespit yapacak fenomenler grubu ve bunlara benzer birsürü grup. Yine tek kalmıştım.

Lisedeki sevgilimden ayrılmıştım burada daha iyilerini bulurum diye.

Birini buldum, baya bi zaman çıktık onunla ama attığı mesajlar eski sevgilimin kopyasıydı. “işin var galiba” larla “ordamsn?” larla “hayırdır sustun?” larla imtihan ediliyordum resmen. Ne zaman canım sıkılsa derdimi anlatmaya kalksam dert dinlemek zorunda kalıyordum çünkü benim canım sıkkınsa “bn de depresyona girdm ya” diyordu. Sinirliyim desem “ben çıldırmak üzereyim” masalını dinliyordum. O kadar aynıydı ki her hareketi, her lafı. Bir süre sonra isimlerini dahi karıştırmaya başladım.

İsmini karıştırınca da terkedildim.

Dört yıl boyunca kimseyle arkadaşlık yapmadım. Sınıfta kaldım, hasta oldum kimse siklemedi. İnancımı kaybetmedim. Benim gibi birini aradım yıllarca. Her gün sokağa çıktım mahalle aralarına gittim izmaritlerin balgamların olduğu sokaklara kadar gittim. Abi tükürüklerinden korkmuyordum artık onlarla akrandım neredeyse. Kimseyi bulamadım.

İçtim, sıçtım, ağladım.

Halime acıdı birkaçı. Onlarla arkadaşlık yapabilir miyim diye düşündüm. Bu sefer de “takmayacaksın oğlum hayatını yaşayacaksın” larla “seninki psikolojik yeaa” larla “hep manitasızlıktan bunlar” larla seri ateşe tutuldum.

Şimdi nasıl mıyım? Alıştım kendi kendime konuşmaya, mutluyum, sabahları düz koşu yapıyorum. Sağlığıma dikkat ederken, Türk örf ve anenelerine bağlı, lozan antlaşmasına mesafeliyim.

Eyyorlamam bu kadar.

1 Ekim 2012 Pazartesi

BERKAY'LARA AÇIK MEKTUP


Sahilden en paspal halinle geçerken, güzel bir mekanın önünde duran lüks bir arabadan çıkan, üç numara saçlı kirli sakallı, herkesin ilgi odağı olan, belki de senin hoşlandığın, platonik yazdığın kızların nerde kaldın Berkay yaa deyip,gözlerinin içine baktığı, sulandığı, her zaman dört ayak üstüne düşen, hayatı sadece iyi tesadüflerden ibaret olan Berkaylar. Sözüm size:

Bak Berkay. önümüzdeki 8-9 yıl içersinde ya aşırı panik atağın sonucu kalp krizinden öleceğim, ya da yalnızlıktan, şizofreni tanısı yiyip kafayı tırlatacağım. Hayat buysa zaten çok da fazla durmaya niyetli değilim. Bakma İsmail Yk gibi takıldığıma Berkay, bu kadar abartmam normalde ama burama kadar geitrdin.


Yüzün düştü berkay hayırdır? üzülme, ben hazırladım kendimi. gerçi hazırladım dediğime bakma. şimdi bi sarsıntı olsa tabanlarım götüme vura vura kaçarım. ama sonuçta bununla yaşamayı öğrendim. Benim hayatım sayısız kötü tesadüflerle dolu Berkay. Yurtta çocuğun teki hırsızlık yapmıştı, yakalanacağını anlayınca telefonu elinden fırlatmış, telefon da benim yatağıma düşmüştü tesadüf. Sonra odaya girince hırsız damgası yemiştim. En iyi arkadaşıma bile inandıramamıştım bunu Berkay biliyor musun? Herkesin gözünde hırsız olmuştum minicik bir olayla, hem de suçum yokken. Bi keresinde bir kıza ilan ı aşk edecektim, bir gün öncesinden hazırlamıştım kendimi . Tam o gün amcam vefat etti, memlekete gittik, geldiğimde kız çoktan beni çıkarmıştı hayatından. Belki o gün amcam vefat etmeseydi, şimdi başıma böyle bela bir kızı alıp sürünmeyecektim. He bi de geçen yıl tam autocad de bilgisayardan çizim yaparken bilgisayar çöktü, projeyi hazırlayamadım ve kaldım. Eheh tesadüf bunlar berkay. kötü tesadüf, sen bilmezsin.


Bizim gibi salaklar, silik dedikçe silik tiplerdir. Hiçbirimizin yüzünü hatırlamazsın bile. Neyse Berkay konu bu değil. Tek bir dileğim var. Yüce rabbim benden alsın, sana versin. Hep dört ayak üstüne düş Berkay. ben kafa üstü çakılırım. Ben hayatı yaşamaya çalıştım yıllarca, çocukluğumdaki saflığı, o canlı renkleri aradım. şiirde aradım, müzikte aradım, edebiyatta aradım, yeteneğim yok Berkay, yapamadım. Hayatı yaşayamadım. Sen yaşa Berkay. kıskanıyorsam şerefsizim. Hoşlandığım kızlar vardı benim Berkay. Hepsi şu an senin peşinde. Hepsiyle çatır çatır seviş. O kızların çoğuna sözler hazırlamıştım. İstersen gel sana söyleyeyim. Kızlara söylersin, hoşlarına gider. Dedim ya Berkay bakma öyle. Tatil köyleri, köpüklü dans partileri seni bekler Berkay hadi git. 

Çocukluğunda da bilirim Berkay. Zengin adam olmak isterdin hep, oldun da. Ben mavi power ranger olmak isterdim, şimdi aynı bokun laciverti oldum. İyi bir edebiyatçı olmak isterdim, heredot cevdet oldum. House md olmak isterdim, doktorlar dizisindeki Kutsi oldum. Ben hep çakma nike tadında yaşadım hayatı. Hep bir şeyler eksikti. Senin her şeyin var. Yakışıklısın, zenginsin, istediğin okulda okuyup, istediğin mesleği yapabilirsin. Özel okullar seni bekler. Dedim ya Berkay kıskanmıyorum. Ben yurt köşesinde uyumaya çalışırım. sen üç kızla ikili yatakta yat. 

Neyse Berkay uzattım. Hadi koş, hayat seni bekler. Benim yaşayamadığım, teğet geçtiğim hayata voleyi vur koçum.